Valla, ben bunu bir türlü anlayamıyorum. Sanki lastiktenmiş gibi günleri ve haftaları gere gere, birbirine kah ekleye kah yapıştıra 25 Nisan'ı 4 Mayıs'a bağlamayı başardılar. Bravo!
Aşkolsun size! Komünist sisteminin en değerli kadrosunda bile bu hayal gücü, bu "yaratıcılık" yoktu. Geniş halk kitlelerini oyalamak gerektiğinde onlar bazen devlet bayramlarına bir iki günü katmasını biliyorlardı, ama hiçbir zaman ölçüyü kaçırmıyorlardı. Ama demokraside sivrilen, bilenen, pişen şu bizimkiler bütün sınırları aştılar.
İlkbahar ortalarında on günlük tatil yapma fırsatından, tabii, bütün çalışanlar yararlanamadı. Kimileri çalışmak zorundaydı. Ama birçokları akıllara durgunluk veren bir operasyonla ülkede bayramların tarihine yeni bir sayfa yazdılar. Şansı da yaver gitmedi, denilemez. İlk önce, Hıristiyan aleminin 25 Nisan'a rastlayan bir dini bayramını Pazar günü kutlanan Paskalya'ya bağladılar, ama kanun icabıyla bu bayram Pazartesine sarktığından, hop! kendilerini Salı'da buldular. Paskalya üç gün kutlandığından, Salı'yı da, basbayağı, yuttular. Derken, Paskalya şenlikleri bitti. Kırılıp paramparça edilen renkli yumurtaların kabukları dört tarafa dağıldı, fırınlarda pişirilen kuzu, keçi ve diğer hayvan ile hayvancıklar tıka basa yenildi, geçen senenin rakı ve şarap stokları adamakıllı tükendi. Ya İsa, ya İsa? E, onu pek çok anmadılar. Bana sorarsanız, bu gidişle bir daha dönmeyecek Hıristiyan alemine. O yedi balıkla yedi bin kişiyi besledi, bunların birine yedi kilo et yetmedi. Ayılma biraz zor oldu. Hangi mide o kadar eti hazmedebilir? İçilen içkilerin etkisi birkaç saatte geçer mi? Gene baktılar, işe gitmek lazım. Çarşamba günü işbaşı yapılır mı yahu? Perşembe 1 Mayıs, Uluslar arası Emek Bayramıydı; 1800 bilmem kaçında Şikago'da işçilerin ayaklandığı gün üzerinden o kadar kolay mı geçilir? Haşa! O gündür bizi biz yapan! O gündür karanlıkta bize yol gösteren! Göz açıp kapayıncaya kadar Salı'yı Perşembeye bağladılar. Bu arada beşi onu sokağa dökülerek, Başkenti 1800'lerin Şikago'suna benzetmek istediler, ama işçi gösterilerinin bir karikatürünü gözler önüne sermekten öteye gidemediler. Büyük çoğunluğu yine yedi içti; kırlarda avlularda mangallar yakıldı, dört tarafa yükselen dumanlar arasında davullar dövüldü, zurnalar halay havaları üfürdü, eriyen karlardan ötürü taşan derelerin buzlu sularında bira şarap şişeleri soğutuldu. Bayram sofraları ardından kolesterol, tansiyon falan göklere çıktığından, alelacele hastanelere kaldırılanların sayısı az değildi.
Derken, bir baktılar Cuma var arada. Vay be! Olmasaydı, ver elini hafta sonu, ver elini Cumartesi, Pazar. Kıra çıkmak, bağ bahçe kazımak, külüstür arabaları tamir etmek için daha iyi fırsat mı var? Ne yapsınlar, ne yapsınlar?
Düşündüler, taşındılar. Bir sene önceye kadar şu Bir Mayıs iki günlük devlet bayramıydı, ama bire indirdiler keratalar. Bilmezlikten gelerek bir yerine iki gün kutlamak kötü bir fikir değildi, ama kimse bunu yutmazdı. Araya koskoca yıl girmiş; sen uyuyarak mı geçirdin bu ayları? demezler mi. Nihayet, aralarından biri, havuzda yüzen Arşimed gibi, "Buldum! Buldum!", dedi. Kurtuluş formülünü "bir başka gün telafi etmekte" buldular. Yani, ilerideki hafta, ay ve senelerin birinde, bir Cumartesi günü işbaşı yapacaklar. Ölme eşeğim, ölme!
Şimdi, emekçi ve dindarlarımız yedi günlük Paskalya ve 1 Mayıs tatilinin yorgunluğunu, Cuma'dan Pazar'a süren uzatmalı hafta sonunda atmalıydı. Ne yapsınlar, ne yapsınlar bu üç günde? Hadi akşamları televizyon falan var, ama gün uzun, bir türlü geçmiyor. Köye gitmeyi göze alamadılar; yollarda kalabalık var, tarlalar mevsimin bu günlerinde uyanan yılanlardan geçilmez. İyisi evde kalıp ıvır zıvır işlerle uğraşmak. Derken baktılar, Paskalya ve Mayıs sofralarından kalan etler hala buzdolabın en alt kısmında duruyor yarıya kadar boş şarap şişeleri arasında. Mangallar hala yağlı, külü bile atılmamış. Onca etin bedava gitmesi günah değil mi? Bir daha kıra çıkmayı göze alamadılar; iki gün art arda kıra gidilmesi nerede görülmüş? Zahmetli ve tantanalı bir iştir o. Komşunun, dost ahbabın avlusu aynı işi görmez mi? Mangallar yine tütmeye başladı, üç gün daha yenildi, içildi. Siz bu bayramları nasıl yaşadınız bilmiyorum, ama benim söyleyecek üç sözüm var. Boş. Boşların boşu.
Bir Mayısın akşam saatlerinde, bu köşe kapanırken, yeri yerinden oynatan haber geldi. Bizim Kenan Hasip, Türk Demokrat Partisiyle beraber, taraf değiştirip, VMRO'ya geçmiş (meğerse, son seçimde boşuna oyumu vermemişim bu partiye). "Birlik" sayfalarında daha defalarca "Batan gemiyi terk et" dedim, dinlemedi. Radyoda aynısını söyledim, yayının ortasında yaka paça stüdyodan attılar beni. ZAMAN'da birkaç kere yazdım, yazılarımı durdurmak için güçleri yetmedi. Biz Türkler için hayati önemden bir gelişmedir bu. Seçimden sonra çok şeyler değişecek. Haftaya bu konu ele alınacak.