Derken, Temmuz’a girdik. Parası olan denizlerin yolunu tuttu, olmayan ya köyüne gitti ya evinde kaldı.
Başkent sudan çıkarılmış balığı andırıyor, sakinleri ise bir hasta kedi gibi sürükleniyor sokaklarda. Kimisi belki bir şeyler çalışıyor, ama büyük çoğunluğu bitkisel hayata benzer bir durgunluk sürecinden geçiyor.
Yazda kimse derinden düşünmek istemez. Çok azı bir şeyler okur. Anlayacağınız, politikanın çetrefilli konularını ele almak son derece rizikolu iştir, çünkü yazdıklarınızı bir kendiniz okursunuz, bir de, görev itibarıyla, gazetenin editörü. Hal böyleyken, iyisi ben de, hiç değilse Ağustos sonuna kadar, o üç beş okurumu ilgilendirecek daha eğlenceli konuları bulayım.
Son defa kitap ne zaman satın aldınız? Soruyu bir provokasyon olarak algılamayın lütfen. Konuyu açmak için soruyorum. Hatırlamadığınızı pekala biliyorum.
Benim de hafızam sizinkinden iyi değildir. Günüm hep kitaplar arasında geçmesine rağmen, bunların büyük çoğunluğu, nerdeyse tümü çok eskilerdendir. Dünyaca tanınmış yazarların eserlerini sokakta krediyle satın alıp taksitlerini ancak mahkeme araya girince ödediğimiz mutlu zamanlardan işte. Hayatımda parasını vermeden sahibi olduğum tek şey, bu kitapların bir kısmıdır. Ne yapayım, Yugoslavya battı; parayı kime vereyim? Bu durumu bilerek el alem mobilyalar otomobiller alırken, ben, enayi, kitapla yetindim.
Kısacasıyla, bugün kitap alabilecek kadar zengin değiliz. Dört, beş yüz sayfalık bir kitaba 800 denar vermek, imkanlarımızın çok ötesindedir. Kitapçıların vitrinlerindeki renk renk en yeni kitaplar, altmış yıl önceki fakirliğimizi aklıma getirir. Gün geçmezdi biz çocuklar şehir meydanlığındaki dükkanın vitrini önünde durup pırıldayan gözlerle yelpaze şeklinde dizilen çikolataları seyretmeden.
Bugün senede bir kitap fuarı denilen panayırda, bir de zamandan zamana sokaklara dizilen tezgahlardan kitap satın alırım. Beş on sene önce güncel olan yazarları yok paraya satarlar. Makedon yazarların orijinal eserleri dışında, bunların çok büyük bir eksikliği var. Dili berbattır. Büyük çoğunluğu bir eserin aslından değil, Makedoncaya yakın bir dilden çevirisidir. Yani, çevirinin çevirisi. Tabir yerindeyse, tadı kaçmış. Tuzsuz bir yemek işte. Bu kitaplar ancak zordan okunur.
Pazar günü şehir merkezini başıboş dolaşırken baktım bir seyyar satıcı tezgahını beyaz heykel yanına kurmuş, kitap satıyor. Ne yapacağımı bilmediğimden mi meraktan mı kim bilir, masaya serilen kitapları bir bir incelemeye koyuldum. Hepsi, ama hepsi en azından on, on beş sene önce gün ışığı görmüş, yeniyken daha çok az ilgi uyandıran yazarların eserleri.
Oradan ayrılmak üzereyken tezgahın dibinde siyah kapaklı bir kitap dikkatimi çekti. Bir daha ve bir daha baktım, elime alıp sayfalarını karıştırdım. Şüphe yoktu. Elimde Adolf Hitler’in "Kavgam" başlıklı kitabı (orijinal adı "Mein Kampf") bulunuyordu. Mekanik hareketlerle ceplerimi karıştırdım, içinde hep ne var idiyse çıkardıktan sonra maden parayla birlikte elimde 180 denarın olduğunu gördüm. Satıcı, sırf kitaptan kurtulsun diye, eksik olan yirmi denarı anmadı bile.
Kitabı okumaktan çok uyandırdığı hatıralardan ötürü aldım. Hepimizin hafızamızda böyle şeyler var. Hala bir şeyler yazabilecek durumdayken, bu kitapla ilgili başıma gelen olayları hiç değilse genel hatlarıyla kağıda dökeyim.
1971 sonbaharında ilk ve son arabamı satın aldım. Yepyeniydi. Henüz Almanya’dan gelmişti. Ben de yeni sayılırdım; yirmi altı yaşındaydım. O yıllarda hukukçuluk yapıyor, fakültede lisans üstü dersleri izliyordum. Birkaç aylık şoförlük tecrübesinden sonra, 72 Mayısında iki arkadaşımla birlikte İstanbul’a gitmek aklımıza geldi. Üçümüzün de yurt dışına ilk çıkışımızdı bu.
O zaman da, şimdi de İstanbul’da kendi hesabına kalan sıradan insan, bir iki günden fazla kalamaz. Arkadaşlarım iki gün pazarlarda tezgahlarda alışveriş yaparken, ben kitapçılara takıldım. Demir perde arkasında yaşayan birinin gözü doymaz bu sahnelere. Uzatmayayım, dönüşte gümrükçülerle işimiz oldu. Arkadaşlarımın bavullar dolusu gömlek elbisesine hiçbir şey demediler, ama benim kitaplarım adeta bir depremin etkisini yaptı. Hitler’in "Kavga"sı, Almanya’nın tarihiyle ilgili bazı araştırmalar, Atatürk’ün konuşmaları ve neler daha yoktu. Soruşturma, tutanaklar falan gece yarısına kadar sürdü. Sabahın erken saatlerinde eve kitapsız döndüm.
Sabah uyanınca ilk işim şikayet yazmak oldu. Birinci aşama, ikinci aşama, üçüncü aşama derken dava yıllarla sürdü, adım polisin bütün defterlerine yazıldı. 76’da mı, 77’de miydi hatırlamıyorum, bir güzel gün kitaplarımı geri çevirdiler. O yıllarda gazetecilik yaptığımdan, kitaplar eski ilgiyi uyandırmıyordu. Senede ikisini üçünü okuyabiliyordum ancak.
Hitler’in "Kavgası" sıraya geldiğinde ne oldu biliyor musunuz? Komünist rejiminin Arnavutlara karşı başlattığı bir eylem dahilinde polis ülkenin batısında evlere kütüphanelere giriyor, kimin elinde hangi kitapların bulunduğunu denetliyordu. Özel timler evlerin çatılarındaki TV antenleri nereye dönük olduğunu kayda geçiriyordu.
Güler dedim komşunun avlusundan geçen ayı sana da uğrar, iyisi sen vaktiyle tedbirler al. Dağcıların kullandığı büyük bir sırt torbam var. İçine "Kavgam" başta olmak üzere şüphe uyandırabilecek yirmi otuz kitap koyarak Vodno dağının tepelerine çıktım. Soğuk bir kış günü olduğundan, yaktığım ateş şüphe uyandırmadı. Yarım saatte bütün kitaplar yanıp kül oldu. Rahatladım.
Bitti mi? Bitmedi, bitmedi. Seksen ikide, komünizm çatırdamaya başlamışken, Mont Blanc macerası dönüşünde Paris’e uğradık. Hepsi heykelleri falan gezerken, ben kitapçıları buldum. Hitler’in İngilizce’sini ve beş on kitabı daha almadan edemedim. Bu defa kitaplarla ülkeye dönmek bile nasip olmadı. Macaristan sınır kapısında hepsine el koydular. Tutanak falan olmadı, yazılı belge elime verilmedi. Bırak şikayet etmeyi, dayak yemeden kurtulduğuma bugün bile minnettarım.
E, şimdi bitti. Emekliliğimin ikinci yılında balkonda açtığım çadır altına oturmuş, çayımı yudumlarken Hitler’i okuyorum. İlk 120 sayfası berbat. Yazarda yetenek olmadığı hemen görülüyor. Bunun için mi vaktiyle polisle haşır neşir oldum, mahkemelere düştüm? VMRO programı bu kitaptan kaynaklanıyor diyenlerin haklı olduğuna ait hiçbir kanıt yok. Şimdilik.