Kan Vergisi

Kan Vergisi

Ben bayramdan bayrama takım elbisemi giyerim.

Yedi sekiz yıl önce alınmış olmasına rağmen, yeni sayılır. Ama her ihtimale karşı bir önceki akşam onu dolaptan çıkarıp güvelerden bir güzel temizler, havalansın diye sabaha kadar balkona asarım.

Hariç günlerde, cebimde takırdayan maden para dahil üzerimde hep ne varsa on beş, en çok yirmi Avro eder. Tabii, kış aylarına aittir bu tespit. Yazda üzerimde olanlar beş Avro bile etmez. Bisikletim bu hesaplara girmez; onu parçalarına ayırıp satarsanız, elinize elli Avro da geçebilir.

Niye mi söylüyorum size bunları? Bir kıyaslama yapmak için. Şimdi bir düşünün. Bu halimle, yani yazları beş avroluk kışları on beş avroluk adam olarak(bu fiyatlar gene üzerimde olana ait, kafada ne var başka bilimlerin konusudur) ben, mesela, bin avroluk bir çift ayakkabı veya yirmi bin Avroluk bir kol saati taşımaya başlarsam, ne olur?

Gelip geçenler bana hayran kalır mı? Elalemin gözünde itibarım artar mı? Toplumun daha saygın bir üyesi olur muyum?

Hayır, bütün bunlardan hiçbiri olmaz. Niye olmaz?

Çünkü bu dünyada birtakım şeyler var ki, ancak bir bütün halinde bir anlam verir. Bir kargaya siz istediğiniz kadar bülbül tüyleri yapıştırın, ama ağzını bir açtı mı, bütün çirkinliği gözler önüne serilir.

Ama uzatmayayım. Üzerimde 500 Avroluk ayakkabı veya beş bin avroluk kol saatini görünce, halk bana güler. Gelip geçen beni alaya alır. Halkın dilinden düşmez olurum.

Çünkü beş yüz Avroluk ayakkabı bin Avroluk takım elbiseyle, beş bin Avroluk kol saati üç bin veya fazla Avroluk takımla gider.

Devletler bundan farklıdır sanmayın.

Birkaç gün önce, vergi toplamakta dünya lideri olduğumuzu davul zurnayla duyurdular.

Sizi bilmiyorum, ama bir gün vergi dairesiyle işim olacağından kemiklerim tir tir titriyor. Her gün elim titreye titreye posta kutusunu açar, üzerinde devletin mührü olan bir mektup var diye ödüm patlar. Vakitsiz apartmanımın zili çalınca halimi anlatamam. Geldiler işte, geldiler. Hadi bakalım yakınlarınla vedalaş, kediyle köpeğini bir son defa okşa. Sende biraz akıl olsaydı şimdiye kadar vasiyetnameni yazmış olurdun, der içimden bir ses.

On sene, on beş sene, yirmi sene önce ödenmesi gereken bir fatura dolaplarınızın dibinde bir yerde tozlanırsa hemen alın, koşa koşa bankaya gidip ödeyin, zira yandınız.

Değerli devletimiz ne yapıyor biliyor musunuz? Zaman aşımı kurallarını hiçe sayarak, her borcu ödetmek için yeri yerinden oynatıyor. Sizin haberiniz olmadan alacaklı avukata baş vuruyor, avukat mahkemeye dava yazıyor, mahkeme kararı notere gidiyor, noterden ıcra memurunun eline geliyor ve bu memur kapınıza çalıp borcunuzu ödemek zorunda oloduğunuzu söylüyor. Bu prosedür dört beş sene sürüyor.

Varsın sürsün bin sene diyeceksiniz, ama hayır, öyle değil, çünkü her aşamada sizin borcunuz artıyor mu artıyor, haraç toplayanların iştahı kabına sığmaz oluyor.

Neticede ne oluyor? Bin denarlık borcunuz yerine, faizlerle beraber dört sene sonra 15 bin denar ödemek zorundasınız. Yani, 15 kere fazla. Sakın ha, şikayet edeyim demeyin. Bu hakkınız ya yoktur, ya varsa eğer sırf bu 15 bin denarın bir iki kat daha artmasına sebep olur. Çünkü devlet her zaman haklıdır.

Hatırlıyorum, yarım asır önce, Hukukta talebeyken, Hükümetten fakir öğrencilere kredi şeklinde her ay başında elime beş on para veriyorlardı. Gün bugün dolabımın dibinde duran kredi anlaşmasına göre, fakülteden mezun olup para kazanmaya başlayınca, bu parayı geri çevirmeliydim.

Mezun oldum, ama bir kuruş bile çevirmedim. Binlerce diğer talebe gibi. Araya giren yıllarda devlet bu borcu afetti mi bilmiyorum. Ya maazallah etmemişse ve borcu ödetmek prosedürünü başlatmışsa, kimse beni kurtaramaz.

Evimi satsam o borcu ödeyemem.

Bu kredi dışında bir borcum daha var ki, aklıma gelince tüylerim diken diken olur. Eski Yugoslavya dağılırken biraz aklı olan herkes krediyle en olmadık mobılya, beyaz eşya, araba ve daha bilmem ne alıyordu. Ortak paranın, ekonominin, bankaların ve dığer kuruluşların çok çabuk çökeceğini çok iyi biliyorlardı. Nitekim, öyle oldu. Taksitleri beş altı ay ya ödediler ya ödemediler, ortak devlet çöktü, krediyle alınan mal bedavaya kaldı.

Ben enayi, herkes gibi mal mülk alacak yerde ne aldım biliyor musunuz? Kitap. Yüzlercesini, binlercesini. Beni kan ter içinde paketler dolusu kitabı aşağı yukarı taşırken görenler kahkahayla güldü. Beş altı taksiiti ödedim, ama borcumun çok daha büyük kısmı defterlere yazılı kaldı.

Her ödenen borcun bir kısmı, devletin geliridir. DDV mi diyorlar buna ne diyorlar, onu ödetmek için devletin yapmadığı şey yoktur. Bunu yapa yapa, işte, dünya birincisi olmuş.

Tabii, çeşit çeşit vergileri ödemek ve toplamak, her devletin ayakta kalmasının temel şartııdır. Bütün vatandaşların yararına o kadar çok şeyler var ki, parasız bunları sağlamak mümkün değildir. Devletin başlıca para kaynağı, vergilerdir. Amerikada, mesela, siz beş on kişiyi katledebilirsiniz. İyi avukat sizi deli gösterir yakayı kurtarırsınız ya da on beş yirmi senelik ceza yer, on sene sonra çıkarsınız. Ama bir tek dolar borcunuz varsa devlete hayatınızın son gününe kadar peşinizi bırakmazlar.

Niye devleti bana ve benim hayali 500 Avroluk ayakkabılarıma ve 5000 Avroluk kol saatime benzetiyorum?

Çok basit bir sebepten. Ülkende 300 bin işsiz varsa, 50 bin aile açlık eşiğindeyse, 200 bin emekli bazen ailesiyle birlikte ayda 150 Avrodan geçinirse, genç ve tahsilli hep ne varsa ülkeyi şeytandan kaçarcasına terkederse, halkın büyük çoğunluğu fakirse, vergi toplamakta dünya lideri olmanı duyana gülmekten başka bir şey kalmaz.

Halktan topladığın vergi, kan vergisine benzer.

EN YENİLER

Zaman Makedonya

ZAMAN.MK ©
1994 - 2020 - TÜM HAKLARI SAKLIDIR.
Bu Web Sitesinde yer alan içeriklerin önceden izin alınmaksızın kullanımı yasaktır.

Zaman Makedonya