İki Felaket Senaryosu

İki Felaket Senaryosu

Bakın hayatın ironisine.

On beş senelik aradan sonra nihayet bir külüstür araba sahibi oldum, ama bir aydır işte onunla hiçbir yere gidemiyorum. Her akşam kaportasını üzerine düşen yaprak ve kuş pisliklerinden temizleyerek motoru çalıştırdım, kırk yıl önce olduğu gibi bir elimi pencereden dışarı atarak şehir merkezinin yolunu tuttum. Ama sen misin diyen. Bizim gettonun ilk kavşağında daha silahlı polisleri görünce merkeze götüren yollarda çalım atmak hevesim azalmaya başladı, Vardar köprülerinden birini geçerken karıştığım kalabalıkta geri dönmek fikri kafamı kurcalamaya başladı. Ama geç.

İnsan seli, yağmur seli gibidir. Sizi alıp götürür. Şu farkla ki yağmur seli Allah’tandır, tabiatın kurallarına uyarak beraberinde ufak tefek şeylerden başka bir şey taşımaz. Zor durumda bir ağaca veya bina çatısına çıkar, kurtulursunuz. Ama ne yaparsanız yapın, insan seline kapılmayın.

Bir dakika, bir dakika! Ben size bir futbol maçını seyretmeye giden insan kalabalığından bahsetmiyorum. Keşke öyle olsaydı; bunlar bir tarafı tutmalarına rağmen spor ruhundan yoksun değiller. Her şey olup bittikten sonra birbirine el uzatmayı da bilirler. Ben birtakım siyası amaçlarla bir araya gelerek insan selini meydana getiren vatandaş kalabalığından bahsediyorum.

Bu türden kalabalıklarda işte akıl, duygu, içgüdü falan aramayın. Bunlarda hırs var, öfke var. Kalabalığa katıldığı anda, birey düşünmekten ileri gelen bütün fonksiyonlardan vazgeçerek sürü güdüsüne geçerli olan kurallara uymuş sayılır. Bir başka ifadeyle, adam evinden çıkarken beynini dolabın bir sürgüsünde bırakmış, şehrin sokaklarını arşınlarken bedeniyle birtakım mekanik hareketler yapar. Bazen bunu niye yaptığını kendisi de bilmez.

Sürü başında çoban yürür demek bu bağlamda biraz kaba olur. Her kalabalığın bir veya fazla lideri var tabiri çok daha doğrudur. O ne yaparsa kalabalığın her üyesi de yapar. Kır dersin kırar, yak dersin yakar. Bir aydır işte sokaklarda amaçları bakımından birbirine temelden zıt iki muazzam kafileyle, iki kalabalıkla, iki insan seliyle karşı karşıya gelmekteyiz. Biri gidiyor öbürü geliyor. Bazen aynı mekanda bir araya geliyorlar, bazen biri bir şehri ayağa kaldırırken öbürü, çok şükür, ülkenin bir başka tarafında gürültü yapıyor. Birilerinin pankartları ve sloganlarında ‘’Kahrolsun eşkıya hükümeti!’’, ’’İstifa!’’, ‘’Şartlar yerine getirilmeden seçime hayır’’, ‘’Hür medya’’, ‘’Kahrolsun ülkeyi soyup soğana çeviren eşkıya takımı’’, ‘’Halk sizden hesap soracak’’ ifadeleri hakim. Açıkça söylemek gerekirse, 68’lerin devrimci ruhundan da biraz var bunlarda. İkincileri rejimin tepkisi anlamına gelir.

Yani, bunlarda orijinal bir şey yoktur. Sırf sokağa dökülen sol görüşlülere bir yanıt vermek için apar topar bir araya getirilerek teşkilatlandırılmış, olası muharebe alanına sürülmüştür. Anlayacağınız, birincileri ne ararsa, bunların işi karşıtını aramaktır.

Bir aydır çay ve kahve sohbetlerinde yazılan bir felaket senaryosu var ki, insan düşündükçe damarlarındaki kan donar.

Ya, maazallah, bu iki gurup, bu iki kalabalık birbirine girerse? Laf atıştırmak ve birbirine müddeti geçmiş yumurta atmak şeklinde dile gelen ‘’fikir değiş tokuşu’’ yerine ciddi çatışmalar başlarsa ve kan dökülürse?

Bu ülkede her şey mümkündür. Siyasi diyalog olmayınca ve siyasi sistemin kuruluşları felce uğramışken, her iki tarafta eksik olmayan radikal görüşlüler kolayca zaten barut fıçısını andıran bu ülkenin fitilini yakabilirler. Tarihte bir ilkin tanığı oluruz:

Makedonlar arasında çatışma. Tabii, başlangıçta öyle olur, ama çok geçmeden etnik çatışma boyutu da meydana çıkar, zamanın ilerlemesiyle diğer özellikler unutulur gider. Görünen o ki, bu muhtemel senaryoyu önleyebilecek tek faktör, yine yabancılardır. Yirmi yıldır işte bizimkilerin halt ettiklerini hep onlar düzeltir. Tabii, bunu bizi pek çok sevdiklerinden değil, Avrupa’nın göbeğinde güvenliğin tehlikeye girmesini önlemek için yapacaklar. Bela tek başına gelmez dememişler bedava.

Beraberinde kardeşini de getirir. Bir ikinci felaket senaryosu güncellik kazanmaktadır bugünlerde, ki gerçekleştiği takdirde bu ülkede taş üstünde taş kalmaz. Siyasi kriz sonucu vatandaşların bankalardaki tasarruflarına devletin el koyması. Söz konusu yaklaşık dört milyar avroluk tasarruflardır. Daha yaşlılar bunu bir defa yaşadılar. Seksenli yılların sonlarında devlet bütün tasarruflara el koydu. Parasını geri alana kadar vatandaş yirmi küsur sene bekledi. Yoksulluğa düşen bir sürü insan kahırdan öldü, diğerleri perişan oldu.

Sonunda vatandaş taksitler şeklinde, adeta kaşık kaşık, alnının teriyle kazandığı kendi parasına sahip olabildi. Bu felaket senaryosunun ilk işaretlerini görüyoruz gibime geliyor. Bankalarda alışılmışlık dışında bir kalabalık var; bir sürü insan parasını çekip apar topar dövize çeviriyor.

Döviz bürolarında ne avro kaldı, ne dolar. Bunlar ilk işaretlerdir. Doğru olmak zorunda değiller. Çeşitli dedikodu ve spekülasyon sonucu olabilir. Geride bıraktığımız Paskalya bayramına bağlı harcamalar sonucu olabilir. Devlet mercilerinin açıklamaları hep bu yönde. Bunu da çok gördük bugünlere gelene kadar.

Ben valla paramı çekmeyeceğim. Zaten pek çok değildir. Yarım asır biriktirebildiğimi, bazıları dört beş maaş şeklinde kazanır. Kalemden yaşayanların kaderidir bu galiba.

EN YENİLER

Zaman Makedonya

ZAMAN.MK ©
1994 - 2020 - TÜM HAKLARI SAKLIDIR.
Bu Web Sitesinde yer alan içeriklerin önceden izin alınmaksızın kullanımı yasaktır.

Zaman Makedonya