Eğitimden şikâyet etmeyen yok. Herkes bir türlü eğitimin kalitesinden şikâyet ediyor. Fakat çözümümün ne olduğu üzerinde ele avuca gelir fikrimizin olmadığı da bir gerçek.
Mesele insan eğitimi olunca hiç kimsenin elinde sihirli bir formülün olmayacağını da baştan kabullenmek gerekir. Okul bahçelerinde silahlı korumaların bulunduğu dünyanın en büyük devleti olan ABD'de durum böyleyse, eğitim meselesinde çoğu devletlerin sınıfta kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Eğitimde en ana unsur kitap ve öğretmen (hoca, alim) olduğundan dolayı zihinsel faliyetlerimizi bu iki nokta üzerinde yoğunlaştıracağız. Zira eğitim demek kitaptaki bilgilerin hoca vasıtasıyla talebeye öğretilmesi demektir. Bu yapıda öğretmen ve kitap gibi iki ana verici, talebe gibi tek bir alıcı vardır. Dolayısıyla eğitimin kalitesini bu vericiler ve alıcılar arasındaki münasebetin kalitesinde aramak gerekir.
İsterseniz önce konuya "öğrenciden" başlayalım. Öğrenciyi atalarımız eski medrese sisteminde "talebe" adıyla isimlendirmişler. Çünkü talebe, isteyen, şiddetle arzu duyan demektir. Bu açıdan talebeye "ilim âşıkı" manasına "talebe i u'lum" demişler. Yani ilimlerin talipçisi. Medreselerin "talebeleri" şimdi ise "öğrenci" oldular. Öğrenci? Sadece insanlar değil bilgisayarlar da öğrenebilir. Fakat hiç bir makine, ilim başta olmak üzere herhangi bir şeye karşı istekte, arzuda bulunmaz. Arzuların merkezi kalptir çünkü. Demek herşeyden önce ilim veya bilgi sevgi ve talebin merkezi olan kalp işidir. Eğer siz kalbi devreden çıkarırsanız ilmi talebenin beyninde oluşmasına meydan verecek olan alıcı özelliğini yok etmişiniz demektir. Alıcı olmadıktan sonra vericilerin kalitesi ne işe yarar ki. Ne diyor Mevlana; "Sizin anlattıklarınız karşınızdaki insanların anladığı kadardır." bitti! "Doymuş doymaz" fizikte bir kuraldır. Gönlü itibarıyla ilme aç nesiller meydana getirmek zorundayız. Felsefenin manasına uygun olarak ilmi çocuklarımıza vermeden evvel ne yapıp yapıp "ilim sevgisi" aşılamalıyız. Bu sevgiyi verdikten sonra ilim elde etmek için illa modern imkanlarla hazırlanmış okulların mevcudiyetine de gerek kalmaz. Çünkü İmam Serahsi "Mebsut"unu modern müesseselerde değil bir kuyunun içinde, dibinde yazdı bitirdi. Aynştayn diyor ki; "Benim diğer insanlardan zekâ olarak pek fazla bir farkım yok. Ama diyor burnum çok iyi koku alır." Burnun koku alması ne demektir? İyi takip ve kuvvetle talep etmek demektir.
Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı döneminde ilim için yolculuklar yapılırdı. Talebe ilmi hocasını ve medresesini kendi arar kendi bulurdu. İbn Hacer, "taşın oğlu" manasına gelen ismini nasıl anladığını anlatırken annesinin ve büyüklerinin elini öptükten sonra ilim elde etmek için çıktığı uzun bir yoldan bahseder. Fakat medresede anlatılan derslerinin çoğunu anlayamaz. Ve tekrar geri dönmek için yola koyulur. Dönüş yolunda bir mağarada akşamlar. Ve görür ki mağaranın yukarısından damlayan yağmur damlaları taşları delik delik yapmışlar. İbn ı Hacer derki içinden; "Benim kafam bu taşlardan daha taş değil ya! İlim damlaları benim kafama neden iz yapmasın ki." Bu düşünce İbn Hacer'in medreseye dönmesine ve hadis ilminde ün yapacak bir alim olmasına vesile olur.
İlim aşkı talebede sadece okul eğitimi ile de sınırlandırılmamalıdır. Öğrenme işi beşikten mezara kadar hayatın bir parçası olarak devam eder. Gazete okuyarak devam eder, kitap okuyarak devam eder. Veya çeşitli kurslar vesilesiyle devam eder, devam eder. Çünkü devamlı olmayan eğitim ve öğretimde unutma başlar. Unutmaya ise alimlerimiz "ilimlerin afeti" demişlerdir. Şimdi ise okulun bitmesiyle öğrencilerimiz, eğitimin de biteceğini düşünerek seviniyorlar. Bir kere eğitim ve öğretimin bir insanın hayatında durması, bitmesi sevinilecek bir olay değildir. Eğitimi, öğretimi hayatında durduran bir insan nasıl yenilenecek, kendini geliştirecek, eskimekten ve püskümekten ruhunu, dimağını korumuş olacak. Nasıl? Ne diyor Mevlana: "A cancağzım dün dünde kaldı. Bu gün yeni şeyler söylemek gerek."
Eğitimi bir hayat şekli olarak kabul eden kaç tane talebemiz var. Veya öğretmenimiz? Bir esnaf düşünün ki müşterinin dükkânına girmediği vakitleri kitap okumak için ganimet biliyor. Bir çiftçi düşünün ki bir elinde kazması diğerinde kitabıyla beraber tarlasına gidiyor. Bir kahvehane düşünün ki kahveden çok ilim, muhabbetten çok marifet yudumlanıyor. O zaman böyle insanların yaşadığı vatan okul haline gelmiş ve bu okul da gerçek talebelerini bulmuş demektir. Hedef budur, gaye budur!