Rejim ve yolsuzluk

Rejim ve yolsuzluk

Bu rejimin kuruluşunu ekonomik ilişkiler üzerinden, özellikle de yolsuzluk ekonomisi üzerinden okumak gerekiyor.

AKP iktidarı ve Erdoğan 17 Aralık 2013 tarihinde patlayan yolsuzluk kanalizasyonundan sonra bu rejimin kurulmasına yöneldi. Başka şansları yoktu zaten. Ne yapsalardı? Yüce Divan yolu gözükmüştü. Bol akçalı, şaibeli, alengirli, abrakadabra işler, siyasetle vıcık-vıcık iç içe geçmişti.

İran’lı Reza Zarrab’ın önüne yatan bakanlar, peçeteye yazılmış dekontlar, yüz binlerce dolarlık saatler, ayakkabı kutularında istiflenmiş rüşvet paraları, bakan çocuklarının evlerinden çıkan para sayma makineleri; tam bir hisseli harikalar kumpanyasıydı yaşanan. Telefonlarda fısıldaşan Erdoğan, oğlu Bilal’e eldeki yekûnu bir şekilde eritmesi için baskı yaparken, kendisini anlayamayan oğluna içten içe kızıyor, Bilal gizli kalması gereken konuları telefonda açıkça konuşunca, ona açık konuşamamasını, telefonların dinlendiğini söylüyordu. Cumhuriyet döneminin en büyük yolsuzluk olayıydı. Korkunç boyutlarda, organize, ucu bucağı olmayan, hem de uluslararası boyutları olan bir cerahatti patlayan.

Reza Zarrab, İran’daki rejimin adamı Babek Zencani ile kurdukları hat üzerinden, İran İslam Cumhuriyeti’nin paralarını, uluslararası yaptırımları delerek aklıyordu. Buna icazet veren Türkiye’deki en yüksek otoriteydi. İran ve Türkiye arasında altın ticareti varmış gibi bir naylon alım-satım gösterip, İran’a nükleer programında kullanabilmesi için gereken parayı yıkıyorlardı. Bu işi iki çete yapıyordu. Biri resmi, biri gayri resmi! Resmi olan, gayri resmi olandan komisyon alıyordu. Bu iş kabine seviyesinde yürüyordu. Türkiye Cumhuriyeti, dünyayı karşısına almış ve nükleer silah üretme şüphesi bulunan doğu komşusuna destek oluyordu. Bu desteği, herhangi bir ulusal çıkar için yapmıyordu. En tepeden alınan bir yüzde vardı. Buna yüksek bir komisyon da denebilirdi.

Bu bir yolsuzluktu. Devlet, bu yolsuzluğun kılıfı olarak kullanılıyordu. Devletin bankaları, diplomasisi, bakanları, yüksek bürokratları – Türkiye Cumhuriyeti bu yolsuzluğun içindeydi. Bir bataklıktı söz konusu olan. Yüksek kârlı bir işti. Bu naylon ticaretten yüzlerce Türk politikacı ve bürokrat maddi çıkar tokatlıyordu. Bu yüzden hepsi de işin Türkiye organizatörü olan İranlı Zarrab’ı çok seviyordu. Zarrab, genç yaşında Türk devletini oyuncağa çevirmiş, İran’a ve tabi ki kendisine de büyük maddi menfaatler sağlamaktaydı. Zarrab’ın etrafında maymuna çevirdiği bakanlar, ondan hediyeler alıyor, Zarrab tapelere düşen bir konuşmasında, dedesinden “Orospunun parasıyla memurun rüşvetini önden vereceksin!” diyordu. Zarrab Türkiye’de işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmişti. Dedesinden öğrendiği hayat dersi sayesinde koskoca bir devleti nasıl da dize getirmişti? Zarrab yıllar sonra ABD’de yargılanırken tüm bunları mahkeme huzurunda itiraf edecekti.

İşte rejimin kuruluşu böyle başladı. Yakalandılar. Yakalanınca inkâr ettiler. Ama herkes internete düşen ses kayıtlarını dinledi. CHP ve MHP, Türkiye’yi ayağa kaldırdı. Başka türlüsü zaten beklenebilir miydi? Kılıçdaroğlu TBMM kürsüsünden tapelerin kâğıda dökülmüş yazılı halini parlamentonun önünde, canlı yayında bütün ülkeye okudu. Bu tapelerin tüm ayrıntıları böylece meclis kayıtlarına girdi. Kıyamet kopmuştu. Bahçeli yolsuzlukları tüm konuşmalarının merkezine aldı. Her fırsatta bu yolsuzlukları dillendirdi. AKP ve Erdoğan büyük bir krize girmişti. Herkes hükümetin istifa etmesini bekliyordu. Kovuşturulan bakanlardan Erdoğan Bayraktar “Ne yaptıysam hepsini Başbakan’ın bilgisiyle yaptım!” demiş, meydan okumuştu. Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar artık topun ağzındaydı.

İşte bu esnada, Erdoğan stratejik bir karar verdi. En iyi savunma saldırıdır ilkesiyle, bu yapılanın bir sivil darbe girişimi olduğunu ileri sürdü. Savcılık ve polis soruşturmasını engelledi, soruşturmalarda yer alan ilgili yargıçları, savcıları ve polisleri başka yerlere sürdü, sonra onları görevden aldırdı, sonunda da hapse attırdı. Yorgan gitti kavga bitti! Sivil darbe asıl şimdi olmuştu. Erdoğan bunları yaparken, diğer taraftan daha önce Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Askeri Casusluk gibi darbe davalarından mahkûm olmuş asker sivil kim varsa apar topar serbest bıraktırdı. Yalçın Akdoğan “Türk ordusuna kumpas” yazısını yazdı. Tarihi yeniden yazabildiklerini kanıtladılar.

Olanları sessizce kuma gömdüler. Üzerini usulca kumla örttüler. Goebbels’in taktiğini uygulayarak, aynı yalanı yüzlerce, binlerce, on binlerce havuz medyasında ve devlet kanallarında tekrarlattılar. Halk ve muhalefet zamanla bunu satın aldı. Herkes bunun bir “Paralel Devlet” darbe girişimi olduğuna inandı. Ellerindeki TÜBİTAK’tan ve ABD’de ne idüğü belirsiz bir şirketten rapor aldırıp, internete düşen fiskos ses kayıtlarının sahte olduğunu ileri sürdüler. Her ne kadar kimse bu yalana inanmadıysa da, ucunda Gülen’cilerin “devletten temizlenmesi” olduğunu görünce, sustular. Bir sus payı da Kürtlerle Çözüm Süreci denen Kürt sorununa siyasi çözüm bulma yolundaki politikanın sonlandırılmasıydı. Derin devlet böylece küllerinden hortladı ve Türkiye siyasetinde yerini aldı. Yeni ortama uyum sağlamakta hiç zorlanmadı. Geçmişten deneyimliydi zaten.

Erdoğan ve AKP bu yolla yolsuzluklarını örtbas ettiler. Reza Zarrab “hayırsever işadamı” olarak “Türkiye’nin ticaret açığını kapattığını” Türk bayrakları ile bezenmiş bir ortamda, bir röportajda, ulusal bir TV kanalında Türk kamuoyunun gözünün içine bakarak söyledi. Zarrab’a bakanlar tarafından ödüller verildi. Ayakkabı kutularındaki paraların Türkiye dışında bir din okulu açmak için toplanan paralar olduğu söylendi. Zafer Çağlayan elindeki peçete üzerine yazılmış el yazısı cümleyi meclis kürsüsünden utanmadan salladı. Bakara-makara Egemen Bağış, sırıtarak hayatına devam etti. Balkon konuşmasında dört bakan Erdoğan’ın yanında poz verdi. Artık her şey kontrolleri altındaydı.

Bu yolsuzluk, hasbelkader ortaya patlayan bir yolsuzluktu. Kim bilir daha niceleri vardı! Dünyada devletten en çok ihale alan Limak, Cengiz, Kolin, Kalyon gibi AKP’ye yakın şirketlerden alınan milyar dolarlık sakal paraları, belki de bu yolsuzlukların onlarca katıydı. Hepsinin kesişme adresi aynıydı. Devlet bu firmalara ve daha yüzlercesine alınan yüzdeler karşılığında net gelir sağlıyordu. Mesela köprü, otoban veya havaalanı yaptırıp, yolcu veya geçiş garantisi veriyordu. E haliyle onlar da kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyordu. Ekonomi Ali Baba ve Kırk Haramiler masalındaki gibi yürüyordu. Tüm kararlar siyasi otorite tarafından alınıyor, devlet garantisinde yolsuzluk yapılıyordu.

Böylece 2005-2010 yılları arasında sağlanan ekonomik düzen, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, şeffaflık, uzun vadeli planlar, kemer sıkma, bütçe açığını kontrol altına alma, yabancı sermayenin yurda girişini sağlayan güven ortamını sağlama, yerli sanayiciye ve yatırımcıya sağlanan istikrarlı ekonomik ortam, kişi başı gelirin on bin doların üzerine çıkması – kısacası elde ne kadar kazanım varsa hepsi erimeye başladı.

Ekonomik çıkar sağlamak için yolsuzluk yaptılar. İş üzerinde yakalanınca, hukuk devletini bitirdiler. Demokrasi ve hukuk devleti olmayınca, yabancı ve yerli yatırımcı kaçmaya başladı. İstikrar, üretim, ekonomik dengeler altüst oldu. Türk parası değer kaybetmeye başladı. Ödemeler dengesi bozuldu, döviz kurlarındaki artışla, geri ödenecek kamu ve özel sektör borçları yıkım sarmalına girdi. Ülke durdu. Vatandaşın alım gücü geriledi. Fakirlik hızla artmaya başladı. İşsizlik patladı. Bu tablo ile 15 Temmuz’da kontrollü darbe girişimi yaparak devleti tümüyle kontrollerine aldılar. Artık fiilen rejim değişmişti. Cumhuriyet yıkılmıştı. Tüm frenler patlamış, ülke serbest düşüşe geçmişti.

Yolsuzluklar bu rejimi üretti. Rejim, yolsuzluklara devam etmelerini sağlıyor. Bunlar sülük gibi, bünye zayıflasa da kan emmeye devam etmeye kararlılar. Bugünlere böyle gelindi. Merkez Bankası rezervleri böyle sıfırı tüketti. Dolar böyle fırladı. Bebek mamaları marketlerde böyle kilitli vitrinlere konmaya başlandı. İşte böyle camilerde “fakirliğe hazır olun” vaazları verilir oldu. Çalıyorlar ama çalışıyorlar efsanesi böylece bitti. Ülkeden milyarlarca dolarlık yabancı sermaye, güvenli yatırım limanlarına kaçtı. En çok milyoner kaybeden ülkeler listesinde Türkiye en üst seviyelere çıktı. Hukuk ve insan haklarındaki serbest düşüşle, ekonomik serbest düşüş tümüyle birbirlerine paralel süreçlere işaret ediyor. Rejim ve yolsuzluk, birbirini tamamlayan bir çember.

Bu rejim bunlar için güç demek olduğu kadar, maddi çıkar da demek. Ülkeyi tümüyle bitirmeden sırtından inmeye niyetleri yok.

EN YENİLER

Zaman Makedonya

ZAMAN.MK ©
1994 - 2020 - TÜM HAKLARI SAKLIDIR.
Bu Web Sitesinde yer alan içeriklerin önceden izin alınmaksızın kullanımı yasaktır.

Zaman Makedonya