Bediüzzaman’ı tanıyor muyuz?

Bediüzzaman’ı tanıyor muyuz?

Bugün büyük mütefekkir, müellif ve mücadele adamı Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin vefat yıldönümü. Çok bereketli ve dolu dolu geçen bir ömrün arkasından dünyaya veda edeli 61 yıl olmuş.

Onun ülkemizde ve dünyada tanınması ve eserlerinin okunmasıyla ilgili çok sevindirici ve müjdeli haberler olsa da bu, başarılması gereken seviyenin yanında çok yetersizdir.

1994 yılında Yeni Asya gazetesi olarak Külliyat’tan her ay bir cildi hediye olarak vermeyi planlamış ve bunun için Türkiye’deki gazete okurlarına yönelik profesyonel bir anket yaptırmıştık. Burada “Bediüzzaman Said Nursî ismini duydunuz mu?” sorusuna cevap verenlerin yarısı “Evet”, yarısı da “Hayır” demişti.

Belki bazıları bardağın dolu kısmına bakmak isteyebilir. Ben boş kısmına bakmıştım ve bu sonuç çok ağırıma gitmiş, çok üzülmüştüm.

Oysa basit bir sanatçı neredeyse herkes tarafından tanınıyordu. Üstadı tanıtmak, eserlerini okutmak için neler yapmalıyız diye planlı, ısrarlı ve sürekli programlar yapmalıydık.

Maalesef bu alandaki çalışmalarımız yetersizdi. Kitlesel anlamda başarılı olabilmek için mutlaka sanat ve iletişim dilini çok verimli bir şekilde kullanmalıydık.

Ne acıdır ki, böylesine muhteşem bir mücadele adamının vefatından ancak 50 yıl sonra hayatı sinemaya aktarılabilmişti. 2010 yılında vizyona giren Hür Adam filmi geniş kitlelere tanıtım açısından iyi bir başlangıçtı, ama yetersizdi. Bugüne kadar birkaç sinema filmi, belki 52 bölümlük bir dizi çekilmesi gerekirdi.

Yapmadık, yapamadık. Onu tanımanın hakkını veremedik, onu ve eserlerini cihana duyuramadık. Ondan istifade etmenin bedelini ödemedik. Belki boş işlerle veya yetersiz çalışmalarla zamanımızı geçirdik.

Onu tanıtamadık derken, kendimiz ne kadar okuduk, ne kadar tanıdık, ne kadar anladık ki?

Oysa onu tanıyıp modellemek, hayatını ve hatıralarını rehber edinmek gerekmez miydi? Maddî hayatı kadar, belki daha derin ve çarpıcı olan manevî hayatını öğrenip sevgisi ve aşkıyla dolup taşmalı değil miydik?

Onu tanımak ve sevmek hayatının neticesi ve meyvesi olan Risale-i Nur’u da okuyup anlamaya vesile olmaz mıydı?

Öyle inanıyorum ki, onu iyi okusak, iyi tanısak, eserlerini daha çok önemseriz, daha çok severiz, daha çok anlarız.

Belki de bu, kimilerine hiç de aklî ve ilmî gelmeyecektir; “Bir eseri anlamak için onun yazarını tanımak niçin gereksin?” diye düşünenler olacaktır. Gerçekten de, Risale-i Nur’u anlamak için Bediüzzaman Hazretlerini tanımak ve sevmek, fazla aklî ve ilmî değildir. Ancak akıl ve ilimden çok hâlî, vicdanî ve hissî bir gerçektir.

Onu tanıyan, seven ve şevkle eserlerini okuyan birçok insan, fazla tahsilleri olmadığı halde, okumuş nice insanın bilemediği imanî gerçekleri öğrenmiş, çevrelerine ışık saçmışlardır. Risalelere sevgiyle sarılmışlar, onu anlamayı kendilerine dert edinmişlerdir.

Evet, bir insan, tanıdığı ve sevdiği kimsenin yazısını, eserini daha bir arzuyla okur, ondan istifade eder; hissen hoşlanmadığı bir kimsenin eserlerine de soğuk ve uzak olur.

Bu açıdan yaklaştığımızda Bediüzzaman Hazretleri, bütün ruh u canımızla sevip sayacağımız bir ulu şahsiyettir.

O, ASRIN SÖZ SAHİBİ, MÜCEDDİDİDİR

Çünkü onun ilimde, imanda, ahlâkta, takvada, ibadette, zikir ve itaatte, hizmet ve mücadelede, sevk ve idarede emsali yoktur. İlmî seviyesi tartışılmazdır. Çağının bütün âlimleriyle münazara etmiş ve hepsinde galip gelmiştir.

Takvada, ibadette o kadar ileridir ki, tüm sıkıntılara rağmen nafile dahi olsa namaz ve evratlarını terk etmemiştir. Bir taraftan ibadetin en yüksek mertebesinde iken, diğer tarafta da her türlü şer güçlerin engellerine karşı tarihte emsalsiz bir hizmeti organize etmiştir.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.), “Âlimler peygamberlerin varisleridir” hadisine lâyık olmuş, veraset-i nübüvvet ve velâyet-i kübra makamında olan bir şahsiyettir. “Rüyada Bir Hitabe” başlıklı hatırasında anlattığı gibi, geçen asırların mümessillerine niçin hesap vermiştir? Çünkü “asrın temsilcisi” seçilmiştir. Bir rüya-yı sadıkada meşhur Ağrı Dağı infilâk ederken, ona “İ’caz-ı Kur’an’ı beyan et” diyerek emreden mühim bir zat kimdir? Belki Peygamberimizdir (s.a.v.), belki Hz. Ali’dir (r.a.). Büyük bir makamın görevlendirdiği şahıs, elbette büyüktür ve sevgiye lâyıktır.

Gelecek nesillerin imanının kurtulması için 35 yıl sürgün hayatı yaşamış, üç kez hapse girmiş, toplam 40 ay tek başına hapiste kalmış, 21 kez zehirlenmiş ve bunlar yetmiyormuş gibi, “Milletimin imanını selâmette görürsem Cehennemin alevleri arasında yanmaya razıyım” diyecek kadar fedakârlık göstermiştir.

Basit bir hastalığa yakalansak çalışamıyoruz. Nezle, grip gibi gelip geçici rahatsızlıklar, çoğu kez programımızı aksatıyor. O ise, talebelerinden Mustafa Sungur ağabeye, “Bende 10 hastalık var. Bunlardan birisi sizde olsa ayağa kalkamazsınız” demiştir.

Onca hastalık, yaşlılık, işkenceye rağmen, eser yazmaktan ve yaymaktan bir an geri durmamıştır.

KENDİ ESERİNİ 500 KERE OKUYAN BİR MÜELLİF

Bizim için her zaman istirahatini feda eden, bir an bile durmadan sürekli üreten bir kimseyi elbette gönülden sevmek ve tavsiyelerini dikkatle yerine getirmek gerekir.

Bütün hayatını Kur’an’dan süzülen Risale-i Nur eserlerine vakfeden, “Bunlar benim değil, Kur’an’ın malıdır” diyerek kendisi bile sürekli okuyarak istifade eden bir zatın tavsiyelerini elbette can kulağıyla dinlememiz, şevkle yerine getirmemiz icap eder.

Kendisi yazdığı halde, Onuncu Sözü 500 kere okuması, onun Risaleler hakkındaki nitelendirmelerinin ne kadar yerinde olduğunu gösterir.

Onun manevî makamını, Kur’an’a ve İslâm’a olan hizmetini, şahsiyetini, meziyetlerini, faziletlerini anlatmakla bitiremeyiz. Baştan başa Risale-i Nur, sanki yazılı bir Bediüzzaman, kendisi de canlı bir Risale-i Nur’dur. Çünkü ne yazmışsa yaşamış, yaşamadığını da yazmamıştır.

Tarihçe-i Hayat ve onu görenlerin hatıralarından derlenen Son Şahitler dizisi, onun özelliklerini ve büyüklüğünü anlatan eserlerdir. Koskoca ciltler dolduran bir meseleyi, bizim bir yazıda anlatmamız zaten düşünülemez.

Vefat yıldönümü münasebetiyle bir kez daha diyoruz ki: Onu tanımayı ve anlamayı kendimize dert edinelim. Onun nasıl manevî zirveleri tuttuğunu ve bizim henüz o zirvenin eteğinde bile olamadığımızı bilelim. Onu hakkıyla tanıyıp sevelim ki, eserlerindeki mânâ çiçekleri açılsın inşallah.

Ruhuna binler Fâtihalar…

EN YENİLER

Zaman Makedonya

ZAMAN.MK ©
1994 - 2020 - TÜM HAKLARI SAKLIDIR.
Bu Web Sitesinde yer alan içeriklerin önceden izin alınmaksızın kullanımı yasaktır.

Zaman Makedonya